Avukat,  Ağır Ceza Hukuku,  Ağır Ceza Hukuku,  Boşanma Hukuku,  Boşanma Hukuku,  Hukuk Bürosu,  Hukuk Büroları

TAKSİRLE ÖLDÜRME SUÇU TCK (85. MAD.)

TCK Madde 85

(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Taksirle öldürme suçufailin fiili işlerken sonucu öngörmeyerek kasıtsız bir şekilde kişi veya kişilerin ölümüne sebep olması suçunu oluşturmaktadır. Kanunda belirtilen taksir dikkat ve özen yükümlüğünün ihlal edilmesi ile suçun kanunda belirtilen neticesinin fail tarafından öngörülmeyerek ve istenmeyerek gerçekleşmesidir. Failin olayda sonucu öngörüp istemesi halinde taksirle öldürmeden değil kasten öldürmeden bahsedilmektedir.

Dikkat ve özen yükümlülüğünden, Kanun veya müşterek tecrübenin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve ihtimam vazifesini ihmal eden ve zararlı neticeye sebep olan fert sorumludur. Taksir zorunlu ve gerekli özenin gösterilmemesi sebebiyle öngörülmesi mümkün olan neticenin öngörülmemesidir.

Taksirin cezalandırılmasının sebebi, failin neticeyi öngörmesi mümkün iken, özen vazifesine aykırı olarak, bu neticeyi öngörmemiş olması esasına dayanır. Failin öngörülebilir bir neticeyi öngörmesi gerekirken bunu yapmaması, toplumun kendisini kınamasının sebebidir.’
Failin ölüm sonucunu öngörmesi mümkün olmakla birlikte, gerekli özeni göstermeyerek ölüme neden olması hâlinde faili taksirle öldürmekten sorumlu tutmak mümkün ise de, ölüm sonucunun meydana gelmesinin öngörülmesi mümkün değilse failin taksirle öldürmeden sorumlu tutulması mümkün değildir.
Taksirler öldürme suçunda faile verilecek cezanın belirlenmesinde failin kusuruna göre tayin edilmektedir. Ceza yargılamasının her bir yargılamasında olduğu gibi dava konusu olayın koşulları itibari ile failin fiilin işleyiş şekli ve fiilden sonraki davranışları dahifail hakkında verilecek cezanın tayininde dikkate alınmaktadır.

TÜRK CEZA KANUNUN SUÇUN OLUŞMASINDA BİLİNÇSİZ TAKSİR ,BİLİNÇLİ TAKSİR VE OLASI KAST AYRIMINA GİTMEKTEDİR.

TCK Madde 21

(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir. Taksir
Madde 22- (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.

(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.

(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.

(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.

(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebili

Failin neticeyi öngörerek suçu işlemesi halinde burada bilinçli taksirin varlığından söz edilmektedir. Bilinçli taksirin olayda bulunması halinde faile verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
Bilinçli taksir ve olası kast arasında fark ise bilinçli taksirde failin sonucu öngörmekte ancak sonucu kabullenmemekte istememektedir. Ancak olası kast ta ise fail neticeyi öngörmekte ve kabullenmektedir.

Ceza Genel Kurulu 2015/1254 E.2018/354 K.

“İçtihat Metni”

“Olay günü sanığın iş arkadaşı olan ölen … ile tartıştığı sırada, ölene vurması üzerine kalp hastası olan …’nin kısa süre sonra fenalaşıp, yaşadığı üzüntü nedeniyle geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybettiği olayda, Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunun 16.07.2008 tarihli raporunda, meydana gelen olay ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğunun belirtildiği, 5237 sayılı TCK’nın 86/1 ve 87/4. maddesinde kasten yaralama sonucunda, ölümün meydana gelmesi hâlinde sanığın cezalandırılacağının belirtilmiş olması karşısında, sanığın 5237 sayılı TCK’nın 86/1 ve 87/4. maddesi gereğince cezalandırılması gerekirken, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiş,

Bu olayımızda da sanığın basit tıbbi müdahalelik yaralaması sonrası Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca, ölümün travmanın eforu ve stresiyle kendinde mevcut kalp damar hastalığının aktif hâle geçmesine bağlı solunum dolaşım durmasından ileri geldiği, olay ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ancak saptanan travmatik değişimlerin başlı başına ölümü tevlit eder nitelikte olmadıkları ve mevcut yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmesi karşısında sanığın taksirle öldürme suçundan cezalandırılması gerekmektedir.

CEZA GENEL KURUL KARARI

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Özel Daire çoğunluğu arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın suçunun nitelendirilmesine ilişkin ise de, yapılan müzakere esnasında, bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerinin de talebinin olması nedeniyle Ceza Genel Kurulu Başkanı tarafından uyuşmazlık, sanığın suçunun TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamındaki kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturup oluşturmadığı, suçun TCK’nın 87. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında kalmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde, TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama suçunun mu yoksa TCK’nın 85. maddesi kapsamındaki taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunun mu oluşacağı şeklinde yeniden belirlenmiş olup uyuşmazlık konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.

İncelenendosyakapsamından;

(1) numaralı uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gerçekleşen olayda; her ne kadar sanığın fiilinin kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif ise de, yüz bölgesine yumruk atılması şeklindeki bir fiilin ölüm neticesini doğurmaya elverişli bir hareket olmasından ve sanığın eylemi ile ölüm neticesi arasında nedensellik bağı bulunmasından dolayı sanığın eyleminin TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen kasten yaralama suçu kapsamında değerlendirilemeyeceği ancak öldürme fiilinin taksirle de işlenebilen bir suç olması, sanığın olay tarihinde tartıştığı ölene yumrukla vurması şeklindeki hareketinin iradi bir hareket olması, ölüm neticesini istediğine dair bir tespitin yapılamaması ve hareketi ile ölüm sonucu arasında nedensellik bağının bulunması hususları ile birlikte lise mezunu ve olay tarihi itibarıyla 28 yaşında olan sanığın yaşam tecrübesi ve eğitim düzeyi gözetilip ortak tecrübeler de dikkate alındığında, 50 yaşındaki bir kişinin yüzüne yumrukla vurulması neticesinde ölüm sonucunun meydana gelebileceğinin öngörülebilir olduğu, sanığın ise öngörülebilir neticeyi öngörememesi nedeniyle eyleminin TCK’nın 85. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönünden kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanığın eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya düşülerek kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Somut olayda ilk haksız davranışın sanıktan geldiği, sanığın başlangıçtaki haksız davranışlarına gösterilen tepkide de aşırılık ve açık bir oransızlık bulunmadığı, bu nedenle sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının mevcut olmadığı sonucuna ulaşıldığından haksız tahrik hükmünün uygulanma imkânının olmadığı açık olduğundan taksirli suçlarda haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının ayrıca tartışılmasına gerek görülmemiştir.

SONUÇ:
Açıklanannedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönünden KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17.06.2015 tarihli ve 2252-11034 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,

3- İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.12.2013 tarihli ve 40-424 sayılı hükmünün, sanığın eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya düşülerek kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.09.2018 tarihinde yapılan müzakerede birinci ve ikinci uyuşmazlıklar yönünden oy birliğiyle karar verildi.

Ceza Genel Kurulu 2014/218 E.2016/256 K.

“İçtihat Metni”

Kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan sanık …’in eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı TCK’nun 23 ve 86/2. maddeleri delaletiyle 85/1, 62, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye ilişkin, Bolu Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.05.2011 gün ve 220-88 sayılı hükmün sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 12. Ceza Dairesince 17.06.2013 gün ve 29739-16416 sayı ile;

“5237 sayılı TCK’nun 23. maddesinde, kastı aşan suçlarda veya neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda cezalandırılabilmek için failin meydana gelen sonuç açısından en azından taksirle hareket etmesi gerektiği belirtilmiş, madde gerekçesinde de, hükmün konuluş amacının, objektif sorumluluk anlayışının terk etmek olduğu, bu tür sorumluluğun, ortaçağ kanonik hukukunun kalıntısı olan ‘versari in re ilicita’ yani hukuka aykırı bir durumda olan bunun bütün neticelerine katlanır anlayışının ürünü olduğu, çağdaş ceza hukukunun bu anlayışı çoktan terk ettiği, düzenlemeyle meydana gelen ağır netice açısından sorumluluk için neticeye ilişkin olarak en azından taksir dolayısıyla kusurlu olunması gerektiği belirtilmiştir.

Kanunun 87/4. maddesinde ise, kasten yaralama sonucunda ölümün meydana gelmesi halinde failin nasıl cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak maddedeki atfın 86. maddenin 1. ve 3. fıkralarına yapılmış olması nedeniyle, bu hükmün aynı maddenin 2. fıkrasında kalan yaralanma eylemleri açısında uygulanması mümkün değildir.

Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte yaralanma sonucunda mağdurun ölmesi halinde, 5237 sayılı TCK’nun 23 ve 87/4. maddelerinin uygulanması imkânı bulunmadığından, failin sorumluluğunun genel hükümler kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Meydana gelen sonuç, (ölüm) öngörülebilir ise ve fail bu sonucu öngörmeksizin hareket etmişse, 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesi uyarınca taksirle öldürme suçunu düzenleyen 85. maddesi uyarınca, öngörülebilir sonuç fail tarafından da öngörülmüş ancak istenmemiş ise fail bilinçli taksirle öldürme suçundan Kanunun 85 ve 22/3. maddeleri uyarınca, fail öngördüğü sonucu kabullenerek fiilini icra etmiş ise bu kez de, olası kastla öldürme suçundan sorumlu tutulmalıdır.

Failin ölüm sonucunu öngörmesi mümkün olmakla birlikte, gerekli özeni göstermeyerek ölüme neden olması halinde faili taksirle öldürmekten sorumlu tutmak mümkün ise de, ölüm sonucunun meydana gelmesinin öngörülmesi mümkün değilse failin taksirle öldürmeden sorumlu tutulması mümkün değildir.

Neticenin öngörülebilir olmaması halinde, faili meydana gelen ağır sonuçtan sorumlu tutmak, yeniden objektif sorumluluğun kabulü anlamına gelecektir ki, böyle bir kabul kusur sorumluluğunu benimseyen ceza kanununun sistematiğine de aykırıdır.
Yapılan açıklamalar ışığında; sanığın ölenle tartıştığı sırada elindeki tornavida ile ölenin baş kısmına vurduğu, ölenin sol kaşında derin 1,5-2 cm boyutlarında, basit tıbbi müdahale ile giderilebilir kesi oluşacak şekilde yaralandığı, olay sırasında fenalaşıp yere yığıldığı, strese bağlı kalp hastalığının aktif hale gelmesi nedeniyle hastanede yaklaşık 1 ay sonra öldüğü olayda; sanığın eyleminin TCK’nun 87/4 maddesinde düzenlenen suça temas ettiği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,

Daire Üyesi G. Yalvaç, “…Sanığın ölenle tartışıp, elindeki tornavida ile başında hafif sıyrık oluşturacak şekilde yaralanması sonucu, kendisinde mevcut kalp rahatsızlığının aktif hale gelmesi nedeniyle tedavi gördüğü hastanede kronik kalp damar rahatsızlığına bağlı olarak ölmesinde, sanığın TCK’nun 87/4. maddesinden sorumlu tutulması suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırıdır, diğer yönden ölenin fenalaşması üzerine sanığın herhangi bir eylemi saptanamadığından, fiil taksirle öldürme kapsamında da değerlendirilemez, yukarıda anlatıldığı şekilde meydana gelen olayda, sanığın TCK’nun 86/2, 86/3-e maddesi ile cezalandırılması gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Yerel mahkeme ise 26.11.2013 gün ve 214-229 sayı ile;
“5237 sayılı TCK’nun 86. maddesinin 3. fıkrasının başlı başına bir ceza öngörmeyip sadece maddenin 1 ve 2. fıkra kapsamındaki kasten yaralama suçlarının ağırlaştırıcı nedeni olması, 5237 sayılı TCK’nun 87/4. maddesinin uygulanabilmesi için 86/1. maddesi kapsamında bir yaralanmanın aranması, madde metninde TCK’nun 86/2. maddesine yapılmış bir atfın söz konusu olmaması nazara alındığında, sanığın ticari alışverişte bulunduğu maktule kalp rahatsızlığı olduğunu bilmeksizin olay günü basit derecede etkili eylemde bulunduğu, inzimam eden olayın stresi ve eforu sonucunda gelişen kalp yetmezliği sonucu ölümün meydana geldiği olayda, ölüm sonucunu istememekle birlikte öngördüğü anlaşıldığından 5237 sayılı TCK’nun 23, 86/2-3.e maddeleri delaletiyle 85/1 maddesi uyarınca taksirle ölüme neden olma suçundan dolayı hüküm kurulması gerekmektedir” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03.04.2014 gün ve 26418 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURUL KARARI

Sanık hakkında hakaret suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme taksirle ölüme neden olmak suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Suçun sübutuna ve olayın oluşuna ilişkin bir tartışma bulunmayan olayda;
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Müteahhitlik yapan sanık … ile inşaat malzemeleri ticareti yapan … arasında borç ilişkisi olduğu, sanık ve …’nun 20.04.2010 günü saat 14.20 sıralarında Bolu İl Merkezi Sümer Mahallesi, Mudurnu Kavşağında bulunan sanığın yaptığı inşaatın önünde tesadüfen karşılaştıkları, tanıkların beyanlarına göre sanığın …’nu durdurup “Sen neden karımın yanında benden para istiyorsun, ben dolandırıcı mıyım, utanmıyor musun, şerefsiz” biçiminden sözler söyleyerek üzerine yürüdüğü, …’nun geri geri kaçmaya çalıştığı sırada sanığın yumruk atıp sonrasında pantolonunun sağ arka cebinden çıkardığı kontrol kalemi ile ölenin kafasına vurduğu, …’nun aniden fenalaşarak bahçe duvarının yanına doğru geçip oturmaya çalıştığı sırada yere yığıldığı, çevreden gelen şahısların ve sanığın müdahale etmeye çalıştıkları, ambulans ile olay yerinden hastaneye kaldırılan …’nun 25.05.2010 tarihinde öldüğü,

Adli Tıp Kurumu Bolu Şube Müdürlüğünce düzenlenen raporda; ölende 20.04.2010 tarihinde maruz kaldığı kontrol kalemi ile kasten yaralama olayı sırasında oluşan sol kaşın üzerindeki derin, yaklaşık 1,5-2 cm boyutlarında, kenarları düzgün, kanamalı lezyonun; kafatasında kırığa, kafa içi değişime, herhangi bir iç organ veya büyük damar lezyonuna neden olmadığı dikkate alındığında; basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte bulunduğu ve doğrudan öldürücü nitelikte olmadığı, otopsi bulgularına göre kişide kronik kalp-damar hastalığının mevcut olduğu, olay anına kadar aktif ve hareketli olan …’nun olay sırasında yaralanmasını müteakip olay yerinde geçirdiği akut myokard infarktüsü nedeniyle kısa sürede fenalaştığı, kaldırıldığı hastaneye kalp ve solunumu durmuş vaziyette kabul edildiği, burada uygulanan canlandırma işlemini takiben kalp atımlarının geri döndüğü, ancak solunum cihazına bağlı olarak ve hipoksik beyin (dolaşım ve solunumun durması sırasında beynin oksijensiz kalması sonucunda gelişen ağır beyin hasarı) tablosu ile hastanede tedaviye alındığı, ilerleyen dönemde birkaç kez daha duran kalbinin müdahale ile çalıştırıldığı, tedavisi sırasında genel durumunda herhangi bir düzelme görülmeyerek 25.05.2010 tarihinde öldüğünün belirtildiği,

Adli Tıp Kurumu Ankara Morg İhtisas Dairesinde yapılan otopsi işleminde; ölenin sol dış kaş kenarında hafif çöküklük gösteren 1×0.1 cm’lik nedbe alanı, boynun ön alt bölümünde üzeri sütüre, kenarları sarı yeşil enfekte görünümde 1 cm’lik trakeostomi kesi, burun sırt kısmında üstte üzeri hafif kabuklu 0.3×0.1 cm’lik sıyrık olduğu, kişinin kesin ölüm nedeninin ve ölüm ile karıştığı kavga arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığının İstanbul Adli Tıp İhtisas Kurulundan sorulması gerektiğinin bildirildiği,

İstanbul Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen raporda ise; olayın gelişimi, tıbbi belgelerde kayıtlı veriler ile otopside saptanan bulgular birlikte değerlendirildiğinde, kendisinde kronik kalp damar hastalığı bulunan kişinin ölümünün olayın efor ve stresi ile kendisinde mevcut kalp damar hastalığının aktif hale geçmesi sonucu meydana gelmiş olduğu, 20.04.2010 tarihinde meydana gelen olay sonrası fenalaşarak kaldırıldığı hastanede iyileşmeden öldüğü dikkate alındığında olay ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, kişide olay sonrası sol kaş üzerinde yaklaşık 1,5-2 cm boyutlarında kenarları düzgün kanamalı olarak tanımlanan lezyonun, kişinin yaşamını tehdit eder bir durum olmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte bulunduğunun belirtildiği,

Olay yerini gösterir Özel Yağmur Yüksek Öğrenim Kız Öğrenci Yurdunun güvenlik kamera görüntülerinin incelemesinde; yurt bahçesinin yan tarafında sanık ile …’nun 20.05.2010 günü saat 14.23.43’te görünmeye başladıkları, …’nun geri geri kaçmaya çalıştığı esnada sanığın üzerine yürüdüğü, 14.23.44’te sanığın sağ yumruğu ile …’nun sol tarafına yumruk attığı, 14.23.47’te sanığın pantolonunun sağ arka cebinden net olarak görülmeyen bir cisim çıkardığı ve 14.23.50’te bu cismi …’nun kafasının sol tarafına doğru sallayarak vurduğu, 14.24.04’te tarafların ayakta yüz yüze konuşmaya başladıkları, 14.25.08’de …’nun sanık ile ayakta konuştuğu esnada aniden fenalaşarak sarsıntı geçirdiği ve bahçe duvarının yanına geçerek oturmaya çalıştığı, 14.25.23’de …’nun fenalaşarak yere yığıldığı, bu esnada sanığın da yanında bulunduğu, çevreden gelen vatandaşların …’na müdahale etmeye çalıştığı, gelen sağlık ekipleri ile …’nun hastaneye sevk edildiğinin tespit edildiği,

Sanığın aşamalarda; … ile tartıştıklarını kabul ettiği ancak iteklemediğini ve ona vurmadığını, tartışma sırasında …’nun aniden fenalaştığını, düşmemesi için kendisini tutup yere yatırdığını, hemen ambulansı aradığını, …’nda kalp rahatsızlığı olduğunu bilmediğini savunduğu,Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

04.11.2004 tarih ve 5252 sayılı Kanununun 12. maddesi ile, 1 Haziran 2005 tarihi itibarıyla yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 452. maddesi;

“Katil kastiyle olmıyan darp ve cerh veya bir müessir fiilden telefi nefis husule gelmiş olursa fail, 448 inci maddede beyan olunan ahvalde sekiz, 449 uncu maddede yazılı ahvalde on ve 450 nci maddede muharrer ahvalde on beş seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapse mahkum olur.

Eğer telefi nefis failin fiilinden evvel mevcut olup da failce bilinmiyen ahvalin birleşmesi veyahut failin idaresinden hariç ve gayrimelhuz esbabın inzimamı ile vukua gelirse, 448 inci maddede beyan olunan ahvalde beş seneden, 449 uncu maddede muharrer ahvalde yedi seneden ve 450 nci maddede yazılı ahvalde fail on seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü içermekte iken benzeri bir düzenlemeye, objektif sorumluluk esasının terk edilmesi nedeniyle 5237 sayılı TCK’da yer verilmemiştir.

Suçu, “yasada tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her koşulda sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terkedilmiş olmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. bası, s.166 vd.) 765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın birer gerçekleştirilme şekli olarak kast–taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.

5237 sayılı TCK’nun “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi “(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir. Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi halinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olması gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.

Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel istismar suçunda mağdurun ruh veya beden sağlığının bozulması, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 3. Bası, s. 415 vd.; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökçen, A.Caner Yenidünya, TCK Şerhi, c.I, s.495 vd.)

5237 sayılı TCK’nun 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCK’nun 87. maddenin 4. fıkrası; “Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklindedir. Maddede, gerçekleştirilen kasten yaralama eylemi TCK’nun 86. maddesinin 1 veya 3. fıkraları kapsamında bulunur ve bunun sonucunda da ölüm meydana gelirse, en azından taksirle hareket etmiş olmak koşuluyla faile belirtilen cezaların verileceği öngörülmektedir. Madde metnindeki anlatımın açıklığı karşısında, TCK’nun 86/2. maddesinde düzenlenen basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde yaralanma sonucu ölümün meydana gelmesi hali 87/4. fıkrası kapsamında değerlendirilemeyecektir.

Bu aşamada uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından taksir ve unsurları üzerinde de durmak gerekecektir.

5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanan taksir haksızlığın gerçekleştirilme biçimlerinden birisidir (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3.bası, s.248 vd.) Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.05.2008 gün ve 51-117; 25.03.2008 gün ve 43-62; 11.03.2008 gün ve 275-49; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı gibi, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;

1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Neticenin öngörülebilir olmasına karşın fail tarafından öngörülememesi, şeklinde kabul edilmektedir.

Bütün suçlarda olduğu gibi taksirli suçlarda da, hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı cezalandırmanın koşuludur. Taksirli suçlarda nedensellik bağının varlığının kabulü için, failin hareketinden bağımsız bir etkenin sonuca tek başına neden olmaması gerekir.

Bu açıklamalar ışığında tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde;
Sanığın, olay günü tartıştığı ölene yumruk atıp cebinden çıkardığı kontrol kalemi ile sol kaşının üstüne doğru vurup basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek biçimde onu yaraladığı, kendisinde kronik kalp damar hastalığı mevcut bulunan …’nun bu olayın meydana getirdiği efor ve stresin tesiri ile fenalaşıp hastaneye kaldırıldığı, gelişen kalp durması ve beynin oksijensiz kalması sonucu olaydan otuz beş gün sonra hastanede vefat ettiği olayda, sanığın eyleminin TCK’nun 86/2. maddesi kapsamında kalan kasten yaralama olduğunda kuşku bulunmamakta olup bu nedenle de eyleminin TCK’nun 87/4. maddesine uyduğunu kabule kanunen imkan bulunmamaktadır.

Sanık öldürme kastı ile hareket etmemiş, ancak kendisinden on dokuz yaş büyük olan 61 yaşındaki öleni itekleyerek baş bölgesine yumruk atıp, kontrol kalemi ile şiddetli biçimde vurarak yaralamak suretiyle kalp krizi geçirebileceğini öngörmüş, fakat neticeyi yani ölümü arzulamamıştır. Bu nedenle sanığın eyleminin taksirle ölüme neden olmak suçunu oluşturduğunu kabul eden yerel mahkeme direnme hükmünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu itibarla, yerel mahkeme direnme gerekçesinin isabetli olduğuna ve hükmün esasının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 26.11.2013 gün ve 214-229 sayılı hükmündeki direnme gerekçelerinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.05.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Ceza Genel Kurulu 2011/9-92 E.2011/105 K.
“İçtihat Metni”
İtirazname : 2011/31201
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi : 7. Asliye Ceza
Günü : 05.12.2006
Sayısı : 717-780
Taksirle öldürme suçundan sanık T. E.’nın 5237 sayılı TCY’nın 85/1 ve 62. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.12.2006 gün ve 717-780 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 24.03.2010 gün ve 9893-3475 sayılı ile onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise 05.04.2011 gün ve 31201 sayı ile;
“Yüksek Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, iki sınır arasında belirlenen temel cezanın TCK 61. maddesinde düzenlenen ölçütler de gözetilerek adalet, hakkaniyet ve nesafet kurallarına uygun olup olmadığı noktasındadır.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun Anayasa Komisyonu gerekçesinde de belirtildiği üzere adı geçen Kanunun 61. maddesi ile cezanın belirlenmesinde izlenmesi gereken yöntem açık ve denetime imkan tanıyacak bir biçimde ortaya konmuştur. Buna göre, somut olayda ilgili suç tanımında belirlenen cezanın alt ve üst sınırı arasında ceza tayin edilirken, cezanın belirlenmesine ilişkin madde hükmünde gösterilen ölçütler dikkate alınacaktır. Bu düzenleme ile soyut gerekçelerle cezanın alt veya üst sınırdan belirlenmesi şeklindeki yanlış uygulamanın önüne geçilmek amaçlanmıştır.
Cezanın ne suretle belirlendiği denetime olanak sağlayacak şekilde açıklanmalıdır. İki sınır arasında temel cezanın belirlenmesi hakimin takdir yetkisi içinde olmakla birlikte takdirde yanılgıya düşülmemelidir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04.05.2010 tarihli ve 2010/99 sayılı kararında da belirtildiği gibi, mahkemece ceza tayin edilirken, cezanın maddede yazılı alt sınır veya üzerinde belirlenmesi halinde Anayasanın 141/3 ve 5271 sayılı CYY’nın 34/1. maddeleri gereğince dayanılan gerekçenin; 5237 sayılı TCY’nın 61. maddesinde öngörülen hususlarla ilgili bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olması gerekir. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek özelliklerini taşımakta, ayrıca görevi yasaların ülke genelinde hukuka uygun olarak uygulanıp uygulanmadığını denetleyerek hukuk kurallarının uygulamasında birliği sağlamak olan Yargıtay’a da, yargıcın takdir yetkisini kullanırken 61. maddede düzenlenen kuralların dışına çıkıp çıkmadığını denetleme olanağı sağlamaktadır.

Bu açıklamalar ışığı altında bir suçtan dolayı TCK’nın 61. maddesi gereğince temel ceza belirlenirken söz konusu maddenin 1. fıkrasında yedi bent halinde sayılan hususlar göz önünde bulundurularak ve somut gerekçeler tek tek belirtilmek suretiyle ilgili kanun maddesindeki cezanın alt ve üst sınırları arasında takdir hakkı kullanılacaktır. Ayrıca bu temel ceza belirlenirken aynı Kanunun 3. maddesinin 1. fıkrasındaki ‘Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur’ şeklindeki hüküm de gözetilmek zorundadır.

Buna göre; her ne kadar taksirle işlediği suçta tam kusurlu ise de, sanığın sabıkasız oluşu, yargılama sırasında mahkemece tutanaklara yansıyan olumsuz bir halinin bulunmayışı, ölenin yakınlarının sanık hakkında şikayetçi olmamaları ve daha vahim olaylar da göz önünde bulundurulduğunda, yasa metnindeki ifadelerin tekrarı ile yetinilerek yetersiz gerekçeyle temel cezanın, suçun yasada öngörülen 2 yıl ile 6 yıllık ceza sınırları içerisinde en üst sınırdan tayin ve takdirinin yasaya aykırı olduğu” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanık hakkında taksirle öldürme suçundan belirlenen temel cezanın 5237 sayılı TCY’nın 61. maddesindeki ölçütlere uygun olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Trafik Kazası Tespit Tutanağında; “Sürücü T.E.’nın idaresindeki ….plakalı kamyoneti ile Karaman Çevre Yolu’nu takiben Ereğli Yolu Kavşağı istikametinden Kum köprü Caddesi Kavşağına doğru seyrederken, Menzil Caddesi Kavşağında yaya geçidinden, orta refüj istikametinden karşıya …. Market istikametine doğru yolu geçmeye çalışan yaya M. D.’ne aracının ön kısmı ile çarpması sonucu meydana gelen ölümlü kazada, 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 74. maddesine göre tam kusurlu olduğu,

Yaya M. D.ise, yatay ve dikey işaretlemelerle belirlenmiş yaya geçidinden geçmek isterken karıştığı kazada kural ihlalinde bulunmadığı” tespitlerinin yapıldığı,

Yerel mahkemece olay yerinde yapılan keşfe iştirak eden trafik bilirkişisi raporunda;

“Kazanın oluşumu itibariyle süreci T. E.’nın kavşak levhası ile yaya geçidi uyarı lehvasını göz önüne almadan hızını azaltmadığı ve dikkatini azami olarak yola vermediği görülmektedir.

Sürücü ve tanıklar, aracın yayaya çarpma noktasını yaya geçidi çizgisinden 5-6 metre ileride olduğunu beyan etmişlerdir. Ancak yaya geçidi çizgisinin hizasında orta refüjde bordür taşlarının kaldırılarak açılmış bir bölüm mevcuttur. Açılan kısmın haricindeki mevcut orta refüj bordür taşlarının kaplamadan 40 cm yükseklikte olduğu ve 78 yaşında bir yayanın bu yükseklikteki refüjden yola aniden çıkamayacağı, ayrıca kazanın akabinde olay yerine gelen kaza tahkik ekibinin iz ve delillere göre yapmış olduğu tetkiklerde yayanın gerek ayağından fırlayan ayakkabısının ve kan izlerinin bulunduğu nokta, gerekse yayaya çarpan aracın sola manevra ile orta refüj bordür taşına çarparak bıraktığı izlerden kazanın yaya geçidinin üzerinde meydana geldiği,

Bu nedenle sürücü T.E.nın 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 74. maddesi gereğince tamamen kusurlu olduğu” görüşünü bildirildiği,

Adli Tıp Kurumu Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesinin 03.07.2007 gün ve 1554 sayılı raporunda;

“Kaza mahalli, 10,5 m. genişliğinde, tek yönlü orta refüjle bölünmüş yol, asfalt kaplama, yaya geçidi, hava açık, zemin kuru, vakit gündüz ve mahal yerleşim yeridir. Trafik Kazası Tespit Tutanağında olay yerinde sürücünün gidiş istikametine göre sağ tarafta ‘kavşak’ ve ‘yaya geçidi’ trafik ikaz levhalarının bulunduğu tespit edilmiştir.

Sanık sürücü T. E. idaresindeki otomobili ile ‘kavşak’ ve ‘yaya geçidi’ trafik ikaz levhalarının bulunduğu yaya geçidine yaklaşırken hızını ifadesinde belirttiği üzere mahal şartlarına göre ayarlamamış, yaya geçidine yaklaşırken hız azaltmamış, bu haliyle orta refüjden kaplama üzerine giriş yapıp yolu karşıdan karşıya geçmeye çalışan, ilk geçiş hakkı bırakmadığı yayaya karşı aracını sola yönlendirip, idaresindeki aracın sol ön kısmı ile yolun sol şeridinde kaplama üzerinde tedbirsizce çarpması neticesinde meydana gelen olayda, dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı hareketleriyle(K.T.K.’nın 51, 52/a ve 74 maddeleri gereğince) tamamen kusurludur.

Yaya A.D. yaya geçidinde orta refüjden yola inip karşıya geçmek isterken sağ tarafından gelen ve meskun mahalde kanun ve yönetmeliklerde izin verilen hız tahditleri üzerinde seyir hızıyla yaya geçidinde yaklaşan sürücüye karşı orta refüje geri dönmek isterken, kendisine ilk geçiş hakkı bırakmayan sanık sürücü idaresindeki aracın sadmesine maruz kalması neticesinde meydana gelen olayda, oluş üzerinde herhangi bir hatalı olmadığı mevcut şartlarda alabileceği başkaca önlemin bulunmadığı anlaşılmakla, kusursuz olduğunun” görüşünün bildirildiği, anlaşılmaktadır.

Tanık A.D. keşifte alınan beyanında; “olay günü eniştemin kullandığı araçla çevre yolunda seyir halinde iken aracın arka kısmında oturuyordum. Yola bir şahıs çıktı eniştem onu görünce sol tarafa kaçtı. Tekrar şahıs geri döndü ve kaçamadık. Çarpma meydana geldi. Ön cam birden patladı. Çarpma noktasını pek net göremedim. Tahminen yaya geçidinin az ilerisindeydi” şeklinde,

Tanık R.D. ise keşifte alınan beyanında; “olay günü eniştemin kullandığı araçla çevre yolunda seyir halinde idik. Ben ön cam kenarında oturuyordum. Birden bir şahıs karşıdan karşıya geçmek üzere yola çıktı. Şahıs yolu ortaladı, biz çarpmamak amacıyla sola geçtiğimizde şahıs tekrar geriye döndü ve o anda çarpma meydana geldi ve ön cam patladı. Tam çarpma noktasını görmemekle birlikte yaya geçidinin ilerisinde çarpma meydana geldi” biçiminde anlatımda bulunmuşlardır.

Sanık aşamalarda özetle; “saat 18.10 sıralarında kendi sevk ve idaremdeki …. plakalı Mazda marka minibüs ile yanımda eşim Z. kayınlarım A.ve R.D. olduğu halde Karaman Çevreyolu’ndan Saraçoğlu Kavşağı’na doğru gidiyordum. ….Market önüne geldiğimde hızım 50-60 km/saat iken bana göre yolun sol tarafından tahminen 80 yaşlarında ismini sonradan M.D. olduğunu öğrendiğim şahıs yolun ortasına doğru ilerliyordu. Benim aracımı görünce M.D.tekrar geriye döndü. Ben de bu şahsa çarpmamak için direksiyonu sola kırdım fakat kurtaramayarak bu şahsa çarptım. Kazanın meydana gelmesinde benim kusurum yoktur” şeklinde savunmada bulunmuştur.

5237 sayılı TCY’nın taksirle öldürme suçu 85. maddesinin 1. fıkrasında; “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlemiş, aynı Yasanın “taksiri” düzenleyen 22. maddesinin 4. fıkrasında; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” hükmüne yer verilmiştir.

5237 sayılı TCY’nın “cezanın belirlenmesini” düzenleyen 61. maddenin 1. fıkrası; “Hakim; somut olayda; a) Suçun işleniş biçimini, b)Suçun işlenmesinde kullanılan araçları, c) Suçun işlendiği zaman ve yeri, d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki, göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler”, aynı maddenin 10. fıkrası ise, “Kanunda açıkça yazılı olmadıkça cezalar ne artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir” şeklindedir.

O halde; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınır arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde; göz önünde bulundurulması gereken tek ölçüt 5237 sayılı TCY’nın 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından yasa koyucu aynı Yasanın 22. maddenin 4. fıkrasına bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken TCY’nın 61/1 ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.

Öte yandan, TCY’nın 61/1. maddedeki ölçütler genel nitelikli olup; bunların her biri, her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil, sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Örneğin, taksirli suçlar açısından 61/1. maddenin (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütü uygulanamayacaktır.

Öyleyse, öncelikle 61. maddenin 1. fıkrasındaki kıstaslardan hangilerinin olayımız açısından uygulanabilir olduğu belirlenmelidir:

Somut olay açısından yapılan değerlendirmede; 61. maddenin 1. fıkrasındaki ölçütlerden, (a), (c), (d), (e) ve (f) bentlerinde yer alanların uygulanabilir, diğerlerinin ise uygulanamaz olduğu görülmektedir. Zira, (a) bendinde “suçun işleniş biçimi”, (c) bendinde “suçun işlendiği zaman ve yer”, (d) bendinde “suçun konusunun önem ve değeri”, (e) bendinde “meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı”, (f) bendinde ise “failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı” yer almaktadır; bunun dışında, (b) bendindeki “suçun işlenmesinde kullanılan araçlar” ve (g) bendindeki “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütlerinin ise olayımızda uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Ayrıca göz önünde bulundurulması zorunlu olan bir başka ölçüt de, aynı Yasanın 22. maddesinin 4. fıkrasında yer alan ve sadece taksirle işlenen suçlara özgü olan “failin kusurudur”.

Tüm bu yasal düzenlemelere göre, yaya geçidinde bir kişinin öldüğü taksirli suç açısından temel cezanın belirlenmesinde; failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği zaman ve yerin, kusurun belirlenmesi sırasında suçun konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığının da dikkate alınacağında ise kuşku bulunmamaktadır.

Her ne kadar, yasa koyucu taksirli suçlar açısından 765 sayılı TCY’nda yer alan ve matematiksel kusur hesabına dayalı cezalandırma sisteminden vazgeçmiş ise de, 5237 sayılı TCY uygulamasında da alt ve üst sınır arasındaki cezanın meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı ile suç konusunun değeri de gözetilerek fakat ağırlıklı olarak kusura göre belirlenmesi hakkaniyete ve yasaya uygun olacaktır. Bunun dışında, cezanın yasada yer alan objektif ölçütler terk edilerek, tamamen sübjektif olan hak ve nasafet gereğince tayin edilebileceğinin kabul edilmesi halinde ise, kişilere göre değişkenlik gösterecek olan hak ve nasafet ölçütlerinden kaynaklanan adaletsiz uygulamalar ortaya çıkacaktır.

Diğer taraftan; yargılamayı gerçekleştiren hakimin bilirkişilerin saptadıkları kusur oranları ile bağlı olmadığı, aksine bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının her olayın özelliklerine göre bizzat hakim tarafından denetlenebilir ölçütlerle belirlenmesi gerektiği, ayrıca vurgulanması gereken önemli bir husustur.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde 2 yıl ile 6 yıl arasında bir ceza tayin ve takdir etmek durumunda olan yerel mahkemece TCY’nın 61. maddesindeki ölçütlere göre ve olaya ilişkin olarak öne çıkan herhangi bir somut gerekçe gösterilmeden temel cezanın 6 yıl olarak belirlenmesinde adalet, hak ve nasafet kurallarına aykırılık olduğunun kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla Yargıtay C. Başsavcılığının itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan on bir Genel Kurul Üyesi; “yerel mahkemenin takdirinde yanılgı ve çelişki bulunmadığı, mahkemece adalet, hakkaniyet ve nasafet kullarına uygun bir cezaya hükmedildiği” düşüncesiyle itirazın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24.03.2010 gün ve 9893-3475 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.12.2006 gün 717-780 sayılı kararının BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere, Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.05.2011 günü yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 24.05.2011 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.

Ceza Genel Kurulu 2008/1-197 E.2009/93 K.
• SUÇ TEORİSİ ,
• KUSURSUZ SORUMLULUK ,
• OBJEKTİF SORUMLULUK ,
• NETİCE SEBEBİYLE AĞIRLAŞMIŞ SUÇLAR
• TAKSİRLE ÖLDÜRME SUÇU
• TAKSİRLİ SUÇ
• TAKSİRİN UNSURLARI
• İLLİYET BAĞI
o TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 450
o TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 85
o TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 87
o TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 452

“İçtihat Metni”

Hükümlü H…….. K…..’ın 765 sayılı TCY’nın 450/11. maddesi yollamasıyla TCY’ nın 452/2, 59/2, 31, 33. maddeleri uyarınca 5 yıl 10 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Denizli 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 27.08.2002 gün ve 112-223 sayılı hüküm, o yer C. Savcısı ve hükümlü müdafiinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 19.06.2003 gün ve 5115-1486 sayı ile;

“…4771 sayılı Kanunun 1/A-a maddesindeki düzenlemeye göre TCK’nun 450/11. maddesi delaleti ile 452/2. maddesi gereğince temel cezanın 10 yıl ağır hapis olarak belirlenmesi ve indirimin bunun üzerinden yapılması gerekirken 4771 sayılı Kanuna yanlış anlam verilerek temel cezanın 7 yıl ağır hapis olarak belirlenmesi…’ isabetsizliğinden bozulmuş, yerel mahkeme de bozmaya uyarak, hükümlünün 765 sayılı TCY’nın 450/11. maddesi yollamasıyla TCY’nın 452/2, 59/2, 31, 33. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Hükümlü ve müdafii tarafından temyiz edilen hüküm, temyizden feragat edilmesi nedeniyle kesinleşmiştir.

5237 sayılı TCY’nın yürürlüğe girmesi üzerine yerel mahkeme 15.06.2005 gün ve 354-96 sayı ile, duruşma açmaksızın dosya üzerinden yaptığı değerlendirme sonucunda yeni yasanın hükümlü lehine olmadığına karar vermiş, hükümlü müdafiinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesince 18.11.2005 gün ve 2754-3392 sayı ile;

“…takdir hakkının kullanılması söz konusu olduğundan, duruşmalı inceleme yapılarak hüküm kurulması gerekirken, duruşma yapılmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi…” isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyarak duruşma açan yerel mahkeme 15.02.2006 gün ve 21-62 sayı ile, önceki ilamın kabul, gerekçe, emanet, masraf, ücreti vekâlet yönleri baki kalmak üzere cezai sonuçları itibariyle iptaline ve hükümlünün 765 sayılı TCY’nın 450/11. maddesi yollamasıyla TCY’nın 452/2, 59/2, 31, 33. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiş, hükümlü müdafiinin temyizi üzerine hüküm Yargıtay 1.Ceza Dairesince 22.03.2007 gün ve 6702-1794 sayı ile;

“Yargılandığı suçtan başka yer cezaevinde bulunduğu anlaşılan hükümlünün duruşmada hazır bulundurularak savunması alınması gerektiği gözetilmeden yargılamayı sürdürerek yazılı şekilde karar verilmesi suretiyle CMK’nun 193, 196/5. maddelerine aykırı davranılması…” isabetsizliğinden bozulmuştur.

Bozmaya uyan yerel mahkeme 20.07.2007 gün ve 202-313 sayı ile; “…Sanığın eylemi ile ilgili olarak uygulanması gereken 765 sayılı TCK’nun 450/11. maddesi yollamasıyla aynı Yasanın 452/2, 59/2, 31, 33, 40. maddeleri ile buna karşılık gelen 5237 sayılı TCK’nun 7/2, 23, 86/2. maddeleri yollamasıyla aynı Yasanın 85/1, 62/1, 63. maddelerinin bütün sonuçlarıyla birlikte değerlendirildiğinde sonuç ceza itibarıyla 5237 sayılı Yasanın sanık lehine olduğu…” kabulüyle hükümlünün 5237 sayılı Yasanın 7/2, 23, 86/2. maddeleri yollamasıyla 85/1 ve 62. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş, hükümlü müdafiinin temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 13.06.2008 gün ve 3342-5015 sayı ile;

“…sanığın taksirli neticeden sorumlu tutulmasında isabetsizlik görülmemiştir…” açıklamasıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığınca 25.07.2008 gün ve 289709 sayı ile;

“…Sanığın alkollü şekilde gece vakti nara atarken ölen ve yanındaki diğer polis memurlarınca karakola götürüldüğü, sanığın karakolda maktûlü iteklediği, itekleme ile sırt üstü yere düşüp kendisinde mevcut olan kalp hastalığının, inzimam eden olayın efor ve stresi neticesinde meydana gelen nöro-hümoral değişimler neticesinde akut hale geçmesi ile H…. B…..’ın öldüğü olayda; sanığın 765 sayılı TCY’nın 452/2. maddesine uyan eyleminin tipik karşılığının 5237 sayılı TCY’nda tanımlanmadığı, çağdaş evrensel ve iç hukukta benimsenen gerek kusur ilkesi gerekse kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine göre, sanığın ölendeki kalp rahatsızlığını bilmediği ve objektif kurallarla olağan yaşam akışına göre fiilen görevde olan 47 yaşındaki polis memurunun kalp hastası olduğunu ve itmesi sonucunda uğrayacağı stres ve efora bağlı olarak ölebileceğini tahmin edemeyeceği (öngöremeyeceği), dolayısıyla kendisine ölüm sonucu ile ilgili olarak kusur yüklenemeyeceği gözetilerek ve sanığın yalnızca işlediği ve kendisine kusur yüklenebilen fiilden sorumlu tutularak, eyleminin itmeye bağlı düşme sonucu görevli memuru yaralama şeklinde nitelendirilmesi ve 765 sayılı TCY’nın 452/2. maddesi, 5237 sayılı TCY’nın 23. maddesi yollamasıyla 85. maddesi ile değil, 86/2-3. maddesiyle karşılaştırılarak lehe olduğu belirlenecek yasanın uygulanması gerektiği…”

” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurularak Özel Dairenin onama kararının kaldırılması ve yerel mahkeme kararının bozulması isteminde bulunulmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

12. Ceza Dairesi 2019/6333 E.2020/3679 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Karar Tarihi : 30/09/2015
Suç : Taksirle Öldürme
Hüküm : Sanıklar hakkında ayrı ayrı; TCK’nın 85/1, 50/4-1.a, 52/2-4, 53/6. maddelerine göre mahkumiyet

Taksirle öldürme suçundan sanıkların mahkumiyetine ilişkin hükümler, sanık … müdafii ve sanık … tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
..
İnşaat Taah. Akaryakıt Turz. Tic Limited Şirketinin sahibi ve yetkilisi olan sanık …’un, Elmadağ Belediyesine ait kültür sanat merkezi binası yapım işini ihale usulü ile aldığı ve inşaata başlandığı, sanık …’nin de yapılmakta olan bu inşaatın şantiye şefi olarak görev yaptığı, aynı inşaatta işçi olarak çalışan müteveffa …’un olay günü inşaatın 3. katında bulunan ve yaklaşık 2 metre yüksekliğindeki asansör odasına şap atmak için yukarı çıkarak çalışmaya başladığı, daha sonra müteveffanın teras zemine inmek isterken, yaklaşık 14 metre yüksekten zemine düşerek vefat etmesi ile sonuçlanan ve mahkemece sanıkların asli kusurlu olduklarının kabul ve tespit edildiği olayda;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanık … müdafii ve sanık …’nin eksik incelemeye, kusur tespitine, illiyet bağının olmadığına, tayin edilen cezaya, kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddine, ancak;

5237 sayılı TCK’nın 53/6. maddesinde, belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûmiyet hâlinde, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebileceğinin düzenlendiği, madde uyarınca bir mesleğin icrasının yasaklanabilmesi için o mesleğin ruhsatnameye bağlı olarak yürütülmesi gerektiği dikkate alındığında, dosya içeriğine göre inşaat işleri ile uğraştığı tespit edilen sanıkların, icra ettiği mesleğin ruhsatnameye bağlı olarak yürütülen bir meslek olmadığı nazara alınmadan, çalışma hürriyetini kısıtlayacak şekilde soyut ifadelerle 6 ay süre ile meslek ve sanatlarını icralarından yasaklanmalarına karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup, hükümlerin bu nedenle 320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu hususun aynı Kanunun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden; sanıklar hakkında TCK’nın 53/6 uygulanmasına ilişkin paragrafın hükümden çıkarılması suretiyle, sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 17.06.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

12. Ceza Dairesi 2019/6377 E.2020/3569 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : CMK’nın 223/2-e. maddesi uyarınca beraat

Taksirle öldürme suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanığın idaresindeki araçla azami hız limitinin 110 km olduğu yerleşim yeri içi tek yönlü iki şeritli yolun sol şeridinde seyir halinde iken, ölenin idaresindeki patpat tabir edilen tescilsiz çapa motoruyla karşı istimaketten gelerek orta refüj aralığından dönüş yapıp sanığın istikametine geçerek yolun sağına geçtikten sonra kontrolsüzce sola yönelmesi üzerine sanığın aracıyla çarpıştıkları olayda, kazanın meydana gelmesinde kusuru bulunmayan sanığın beraatine ilişkin yerel mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre katılanın kazada sanığın da kusurunun olduğu, tanıkların gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu, bilirkişi raporunun taraflı olduğu, sanığın cezalandırılması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddine; ancak;

Mahkemece olayda sanığın kusuru bulunmadığı kabul edildiğinden, CMK’nın 223/2-c maddesi yerine, CMK‘nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA; ancak, yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu hususta, aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden; hüküm fıkrasındaki “CMK’nın 223/2-e maddesi” ibaresi çıkarılarak yerine “CMK’nın 223-2-c maddesi” ibaresi eklenmek suretiyle, sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 16.06.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.