KONYA …. AĞIR CEZA MAHKEMESİNE
ESAS NO : ….. Esas
KARAR NO : …… Karar
YARGILAMANIN YENİLENMESİ
TALEBİNDE BULUNAN SANIK : …….
MÜDAFİİ : Av. Hasan Basri Sarı
Feritpaşa Mh. Ulaşbaba Cd. Mustafa Kaya İş Merkezi No 24/301 Selçuklu/Konya
DAVA KONUSU : Mahkemenizin …. Esas ve ….. Karar sayılı dosyası kapsamında müvekkil hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş olup istinaf başvurumuz …… Bölge Adliye Mahkemesi .. Ceza Dairesince ……. Esas ve ……. Karar sayılı ilamı ile Esastan reddedilmiştir. Akabinde Temyiz başvurumuz neticesinde Yargıtay ….. Ceza Dairesince ….. Esas ve …… Karar sayılı ilamı ile başvurumuz Esastan reddedilmiş ve Düzeltilerek Onama şeklinde karar veilerek hüküm onanmıştır . İş bu dilekçemiz, AİHM [BD] tarafından 26.09.2023 tarihinde açıklanan Yalçınkaya-Türkiye kararında ortaya konulan tespitler ve Anayasanın 90/5 ve AİHS’nin 46’ncı maddeleri uyarınca yapılan değerlendirmeler esas alınarak YARGILANMANIN YENİLENMESİ talebimize ilişkindir.
AÇIKLAMALAR :
DOSYA KAPSAMINDA GENEL AÇIKLAMALAR;
Müvekkil hakkında, Mahkemenizin ……. Esas ve …….. Karar sayılı ilamı uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyet kararı verilmiştir. Verilen iş bu karara karşı İstinaf başvurumuz esastan reddedilmiş ve dosya tarafımızca Temyize intikal ettirilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz temyiz merci, dosya kapsamında Düzeltilerek Onama şeklinde hüküm tesis etmiştir. Sonuç olarak; mahkemeniz iş bu dosya kapsamında, müvekkil hakkında ……… hapis cezasına hükmetmiş ve temyiz merci tarafından iş bu hüküm onanmıştır. İş bu hükümden sonra ülkemizde bu tür davalara yön verecek gelişmeler (AİHM’in TÜRKİYE-YALÇINKAYA Kararı) yaşanmıştır. Bu nedenledir ki aşamada Yargılanmanın yenilenmesi kanun yoluna başvurma zorunluluğumuz hasıl olmuştur.
CMK md.311/1-f e göre; AİHM Kararı ile Hak İhlalinin Tespit Edilmesi Durumunda Yargılanmanın Yenilenmesini Talep Etme Hakkı Doğmaktadır. Kanun hükmüne göre;
“Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir”
Bu aşamada müvekkil hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması ile sonuçlanan işbu davada hükme gerekçe yapılan deliller de dikkate alındığında, Sayın mahkemenizce de takdir edileceği üzere ülkemizde büyük yankı uyandıran iş bu dosyamızla da benzer nitelikteki bir dava olan YALÇINKAYA-TÜRKİYE DOSYASI, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi tarafından karara bağlanıp, 26.09.2023 tarihinde açıklanan Yalçınkaya–Türkiye başvurusunda (B.No:15669/20) ortaya konulan ve benzer davaları da doğrudan ilgilendiren genel bir sistemik sorunun tespiti nedeniyle iş bu dosya kapsamında da esas alınmak üzere Yargılanmanın Yenilenmesini talep etme zorunluluğumuz hâsıl olmuştur.
Yargıtay’ın istikrar kazanmış içtihatlarında da vurgulandığı üzere Anayasanın 90/5 maddesi uyarınca usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde bulunduğu ve bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, AİHS’nin 46/1 maddesi uyarınca AİHM’nin kesinleşmiş kararlarının taraf devletleri bağlayacağı, Türkiye’nin taraf olduğu bir davada AİHM’nce verilen kesinleşmiş kararların iç hukuk açısından bağlayıcı olduğu kuşkusuzdur. Ayrıca Anayasa Mahkemesi tarafından da, AİHS ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunmasının, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkün olacağı, bunun yerine getirilmemesinin Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına geleceği önemle vurgulanmaktadır. Anayasa Mahkemesi, AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği hususunun Anayasa Mahkemesinin inceleme alanına girdiğini kabul etmektedir. Mahkemeye göre; AİHM’in ihlal kararı kesin hükmün sıhhatini etkiler ve böyle bir durumda ilgili yargısal merciler, kabul edilen ihlalin niteliğini dikkate alarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde hareket etmek zorundadır.
İş bu dosya kapsamında Yargılanmanın Yenilenmesi talebimizin dayanağını oluşturan Yalçınkaya–Türkiye kararında AİHM’nin altını çizerek önemle vurguladığı, Mahkemeyi ciddi manada endişeye sevk eden ve sistemik soruna Türkiye tarafından acilen genel bir çözüm bulunması konusundaki uyarının önemini kavrayarak gereklerinin yerine getirilebilmesinin temini bakımından Mahkemenin neden böyle bir uyarı yapma ihtiyacı hissettiğini ortaya koyabilmek amacıyla Mahkemece yapılan ihlal tespit ve değerlendirmelerine kısaca değinmekte tarafımızca fayda görülmektedir.
AİHM, Yalçınkaya kararında özetle şu hususlarda ihlal olduğunu karara bağlamıştır.
A. AİHM, yasanın aşırı geniş ve keyfi yorumlanması nedeniyle uygulamanın öngörülemez şekilde genişletildiği sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme’ye göre, bir yasal düzenlemenin açık ve öngörülebilir olması yeterli değildir.
B. AİHM’e göre, bu yargılamalarda mahkemelerin genişletici ve öngörülemez yorumu, Sözleşmenin 7. maddesinin keyfi kovuşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmaya karşı etkili güvenceler sağlama amaç ve hedefine aykırıdır (par. 300).
C. Karara ilişkin basın duyurusunda da belirtildiği üzere, hâlihazırda Mahkeme önünde benzer şikâyetleri içeren 8.500 civarında başvuru bulunmaktadır. Yaklaşık 100.000 Bylock kullanıcısı tespit edildiği göz önüne alındığında, çok daha fazla sayıda başvuru yapılması olasıdır.
“AİHM’NİN YALÇINKAYA-TÜRKİYE KARARI”
AİHM’nin iş bu YARGILANMANIN YENİLENMESİ talebimizi doğrudan ilgilendiren 26.09.2023 tarihli Yalçınkaya-Türkiye Büyük Daire Kararında (B.No: 15669/20) Tespit Ettiği İhlaller ve Benzer Nitelikteki Yargılamalar Yönünden Dikkate Alınmasını İstediği Hususlar;
Ulusal mahkemelerce 2016 yılında öğretmen olarak görev yapmakta iken silahlı terör örgütüne üye olmakla suçlanan Yüksel Yalçınkaya’nın (başvurucu) mahkûmiyet kararı “BYLOCK” KULLANMASINA, BANK ASYA’DA HESABININ BULUNMASINA VE 667 SAYILI KHK İLE KAPATILAN AKTİF EĞİTİM-SEN İSİMLİ SENDİKA İLE KAYSERİ GÖNÜLLÜ EĞİTİMCİLER DERNEĞİ’NE ÜYE OLMASINA dayandırılmıştır.
AİHM; aslında ulusal mahkemelerin başvuranın dernek üyeliğine ve Bank Asya’daki hesabına atıfta bulunmalarına rağmen mahkûmiyet kararının tek başına ByLock kullanımı iddiasından kaynaklandığını, Türk hükümetinin de kabul ettiği üzere diğer eylemlerin tek başına örgüt üyeliğini kanıtlamak için yeterli olmadıklarını ve ByLock kullanımını desteklemek için kullanıldıklarını not etmiştir. AİHM’e göre ulusal mahkemeler ve Hükümet’in kabulü paylaşılan mesajların içeriğine veya paylaşımda bulunulan kişilerin kimliğine bakılmaksızın ByLock kullanım tespitinin mahkûmiyet için tek başına yeterli olmadığı yönündedir .
Başvurunun Sözleşme’nin 7. maddesinde düzenlenen Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz ilkesi kapsamında incelenmesi sonucunda yapılan tespit ve değerlendirmeler;
AİHM’ne göre, ByLock kullanımının teknik olarak isnat edilen suçun fiili unsurunun bir parçası olmamasına rağmen, ulusal mahkemelerin yorumu uygulamada sadece ByLock kullanımını bilerek ve isteyerek silahlı bir terör örgütüne üye olmakla eşdeğer tutma etkisi yaratmıştır. Başvuran gibi ByLock kullanıcısı olduğu iddia edilen tüm kişilerin, “silahlı terör örgütü üyesi” olarak değerlendirilebilecek kişiler olduğunu bu kadar kesin ve otomatik bir şekilde tespit edilebileceğini anlamak zordur. Belirli bir sanığa ilişkin somut içerik veya diğer ilgili bilgilerin yokluğunda, bu tür kullanıcıların profilinden ve paylaşımlarından tüm kullanıcı tabanı için belirleyici sonuçlar çıkarmak sadece öngörülemez değil, aynı zamanda yasallık ilkesine ve bireysel cezai sorumluluğuna da aykırıdır. Ulusal mahkemelerin yorumlarıyla ByLock kullanımına ilişkin bulgu, delil değerinin ötesinde, suçun maddi ve manevi unsurlarının varlığına ilişkin bireyselleştirilmiş bir bulgunun yerini almıştır. TCK’nun 314/2 maddesi ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) hükümlerinin nasıl uygulanması gerektiğine ilişkin bu öngörülemeyen ve geniş yorumun etkisiyle yalnızca ByLock kullanımına dayalı neredeyse otomatik bir suç karinesi oluşturularak başvuranın kendisini atılı suçlamalardan aklaması imkânsız hale getirilmiştir. Özel kastla işlenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tüm gerekliliklerinin (gerekli kasıt dahil) yerine getirildiği tespit edilmeden, ulusal mahkemeler tarafından, TCK ve TMK’nun ilgili hükümlerinin geniş ve öngörülemez bir şekilde yorumlanması yoluyla, BYLOCK KULLANIMININ SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ ANLAMINA GELDİĞİNİN TESPİT EDİLMESİ SUÇUN KURUCU UNSURLARININ BİR KENARA BIRAKILARAK SUÇU KATI BİR SORUMLULUK SUÇUNA BENZETME ETKİSİ YARATMIŞ VE SUÇUN KAPSAMI 7. MADDENİN AMAÇ VE HEDEFİNE AYKIRI OLARAK, ÖNGÖRÜLEMEYEN BİR ŞEKİLDE BAŞVURANIN ALEYHİNE GENİŞLETİLEREK SÖZLEŞME’NİN 7. MADDESİ İHLAL EDİLMİŞTİR.
Başvurunun Sözleşme’nin 6. maddesinde düzenlenen Adil Yargılanma Hakkı kapsamında incelenmesi sonucunda kararın 273–367. paragrafları arasında yapılan tespit ve değerlendirmeler;
AİHM, deliller keyfi veya açıkça mantıksız olarak değerlendirilmediği sürece, ulusal mahkemelerin değerlendirmelerini Sözleşme’nin 6/1 maddesi kapsamında sorgulamamaktadır.
Başvurucunun, MİT’in ByLock verilerini ele geçirdikten sonra 2016 yılı Aralık ayında adli makamlara sunana kadar aylarca tutması nedeniyle, verilerin adli makamlara teslim edilmeden önce bütünlüğünün bozulup bozulmadığının doğrulanabilmesi için bağımsız bir incelemeye sunulması talebi mahkemeler tarafından hiç dikkate alınmamış böylelikle başvurucu savunma haklarını güvence altına almak için karşı argüman sunma fırsatından mahrum bırakılmıştır.
ByLock verilerinin MİT tarafından toplanması ile sulh ceza mahkemesinin bunların incelenmesine yönelik müteakip kararı arasında, ByLock verilerinin zaten işlenmiş olduğu ve yalnızca istihbarat amacıyla değil, aynı zamanda başvuran da dâhil olmak üzere şüphelilerin soruşturulması ve tutuklanması için suç delili olarak kullanıldığı gerçeği ulusal mahkemeler tarafından hesaba katılmamıştır. Başvurucunun MİT’in ceza yargılamalarında delil olarak kullanılmak üzere veri toplama yetkisinin bulunmadığı ve 9 Aralık 2016 tarihinde verilen mahkeme kararının bu şekilde toplanan delilleri geriye dönük olarak “hukuka uygun” ve güvenilir kılamayacağı yönündeki iddiaları ne Ankara Bölge Adliye Mahkemesi ne de Yargıtay tarafından incelenmiştir. Mahkeme, belirtilen eksiklikler temelinde savunmanın maruz kaldığı önyargının, ulusal mahkemelerin ByLock delillerine ilişkin gerekçelerindeki eksikliklerle daha da arttığı kanaatindedir.
Mahkeme, başvuranın iç hukuk yargılamaları sırasında, ByLock uygulamasının 2016 yılının başlarına kadar (yaklaşık iki yıl boyunca) herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın halka açık uygulama mağazalarından veya sitelerinden indirilebildiğine dikkat çekmiş ve bunun münhasırlık argümanını zayıflattığını ve iddia edildiği gibi “örgütsel amaçlar” için kullanılıp kullanılmadığını doğrulamak için iddia edilen her kullanıcı için bu uygulama üzerinden gerçekleştirilen belirli faaliyetlerin incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olduğu bulgusunu güçlendiren dolaylı unsurlar olarak öne sürülen sendika ve dernek üyeliğinin tali bir şekilde bile olsa, nasıl suç teşkil eden bir davranışa delil olabileceğine dair anlamlı bir tartışmanın eksikliğine dikkat çekmektedir. Mahkeme söz konusu eylemlerin, gerçekleştirildikleri tarihte, yasallık karinesinden yararlanan görünüşte yasal eylemler olduğunu ve dahası, bir sendikaya ve bir derneğe üyelik söz konusu olduğunda, başvuranın Sözleşme’deki haklarını kullanmasıyla ilgili olduğunu gözlemlemiştir. Dolayısıyla ulusal mahkemelerin, bu eylemlerin başvuranın silahlı bir terör örgütüne üye olduğuna ilişkin bulguyu nasıl güçlendirdiğini açıklığa kavuşturması gerekmektedir.
Adaletin adil bir şekilde yerine getirilmesi hakkı, demokratik bir toplumda, yarar uğruna feda edilemeyecek kadar önemli bir yere sahiptir ve elde edilen deliller, elektronik olsun ya da olmasın, ulusal mahkemeler tarafından adil yargılamanın temel ilkelerini zedeleyecek şekilde kullanılamaz.
Mahkemeye göre, ulusal mahkemelerin, başvuranın ByLock deliline etkili bir şekilde itiraz edebilmesi, davanın özünde yatan önemli meseleleri ele alabilmesi ve kararlarını gerekçelendirebilmesi için söz konusu delile karşı-karşılıklı olarak- uygun güvenceleri tesis etmemesi, Sözleşme’nin 6/1 maddesi kapsamındaki usuli hakların özüyle bağdaşmamaktadır. Bu eksiklikler, demokratik bir toplumda mahkemelerin kamuoyunda uyandırması gereken güveni zedeleyici ve yargılamanın adilliğini ihlal edici etkilere sahiptir.
Mahkeme, mevcut davanın temelinde yatan acil meselenin, Türk yargısının silahlı terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyet kararlarında ByLock delillerine ilişkin benimsediği ve Sözleşme’nin ve 6/1 maddelerinin ihlal edildiğine dair bulgulara yol açan tek tip ve genelleyici yaklaşım olduğu kanaatindedir. Mahkeme yapılan değerlendirmeler ışığında MEVCUT DAVADA SÖZLEŞME’NİN 6/1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ SONUCUNA VARMIŞTIR.
Başvurunun Sözleşme’nin 11. maddesinde düzenlenen Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü kapsamında incelenmesi sonucunda yapılan tespit ve değerlendirmeler;
Mahkemeye göre, mevcut davada TCK’nun 314/2 maddesinin kapsamı, bu hükmü yorumlayan içtihatlarda gerekli olan ve silahlı bir terör örgütüne üyeliği gösteren süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk kriterlerini yerine getirecek somut unsurlar olmaksızın, suç teşkil eden bir davranış göstergesi olarak, başvuranın HER İKİSİ DE O DÖNEMDE YASAL OLARAK FAALİYET GÖSTEREN AKTİF EĞİTİM-SEN VE KAYSERİ GÖNÜLLÜ EĞİTİMCİLER DERNEĞİ ÜYELİĞİNİ İÇERECEK ŞEKİLDE YORUMLANARAK ÖNGÖRÜLEMEYEN BİR ŞEKİLDE GENİŞLETİLMİŞTİR. Bu yaklaşım keyfi müdahalelere karşı gerekli asgari korumayı sağlamadığı için Sözleşme’nin 11/2 maddesi bağlamında kabul edilemez. Ulusal mahkemelerce BAŞVURANIN SÖZ KONUSU SENDİKA VE DERNEĞE ÜYELİĞİNİN, SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA SUÇUNDAN MAHKÛMİYETİNİ DESTEKLEYİCİ BİR DELİL OLARAK KULLANILMASI YASALLIK ŞARTINI İHLAL EDER ve böylece başvuran keyfi müdahalelere karşı asgari korumadan mahrum bırakıldığı için sözleşmenin 11’inci maddesi ihlal edilmiştir.
AİHM’nin Yalçınkaya Kararının Bağlayıcılığı ve İnfazına Yönelik Değerlendirmesi;
Sözleşme’nin 46. maddesi uyarınca kararların icrası bağlamında, Mahkeme’nin Sözleşme’nin ihlal edildiğini tespit ettiği bir karar, davalı Devlet’e, tespit edilen ihlale son verme ve ihlalden önceki durumu mümkün olduğunca eski haline getirecek şekilde sonuçlarını telafi etme yükümlülüğü getirmektedir. Bazı özel durumlarda Mahkeme, davalı Devlete, ihlal tespitine yol açan genellikle sistemik bir duruma son vermek için alınabilecek tedbirlerin türünü belirtmeyi de faydalı bulmuştur.
Bir kişinin Sözleşme’nin 6. maddesi ihlal edilerek mahkûm edildiği durumlarda, Mahkeme, talep edilmesi halinde, yeniden yargılamanın veya davanın yeniden açılmasının ilke olarak ihlali telafi etmek için uygun bir yol olduğunu ve çoğu zaman da en uygun yol olduğunu belirtebilir. Mahkeme, ceza davalarının yeniden açılmasına ilişkin belirtilen ilkelerin, Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiğini tespit ettiği durumlarda da geçerli olduğunu teyit etmektedir.
A- Başvuranla İlgili Alınması Gereken Bireysel Tedbirler
Mahkemeye göre, yukarıda belirtilen ilkeler ışığında ve diğer benzer ihlallerin önlenmesi veya giderilmesi için gerekli olabilecek genel tedbirlere halel getirmeksizin, ceza davasının yeniden açılması, talep edilmesi halinde, mevcut davada tespit edilen ihlallere son vermenin ve başvuranın mağduriyetini gidermek için en uygun yol olduğu düşünülmektedir.
B- Benzer Vakalara İlişkin Alınacak Tedbirler
Mahkeme, mevcut davada, Sözleşme’nin 7. ve 6. maddeleri kapsamındaki ihlallerin, özellikle ulusal mahkemelerin ByLock kullanımına ilişkin nitelendirmelerinden kaynaklandığını gözlemlemektedir. Bu yaklaşıma göre, ByLock uygulamasını kullandığı ulusal mahkemelerce tespit edilen herkes, ilke olarak, TCK’nun 314/2 maddesi uyarınca silahlı terör örgütüne üyelikten mahkûm edilebilir .
Mahkeme, Sözleşme’nin 7. ve 6. maddelerinin ihlal edildiğinin tespit edilmesine yol açan durumun, münferit bir olaydan değil sistemik bir sorundan kaynaklandığını kabul etmektedir. Bu sorun çok sayıda kişiyi etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Mevcut davada olduğu gibi ByLock kullanımına dayalı mahkûmiyet kararlarına ilişkin olarak Sözleşme’nin 7. ve/veya 6. maddeleri kapsamında yapılan benzer şikâyetleri içeren 8.000’den fazla başvurunun yapılmış olması bu durumu kanıtlamaktadır .
AİHM tarafından Hükümet’ten, Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere, ulusal mahkemeler önünde halen derdest olan ve özellikle mevcut davada olduğu gibi ByLock mesajlaşma uygulamasının kullanımı temelinde TCK’nun 314/2 maddesi uyarınca suçlamalar içeren ceza davalarının yaklaşık sayısını belirtmesi talep edilmiştir. Hükümet, ulusal mahkemelerde görülmekte olan ceza davalarına ilişkin resmi istatistikleri vermekten kaçınmıştır. Ancak, yetkililer tarafından tespit edilen ByLock kullanıcılarının sayısının yüz bin civarında olduğu göz önünde bulundurulduğunda Mahkeme, Sözleşme’nin 7. ve/veya 6. maddeleri kapsamında benzer şikâyetleri içeren daha birçok başvurunun kendisine yapılabileceğini not etmiştir.
Mahkeme’ye göre, BİR İHLALİN ÇOK SAYIDA İNSANI ETKİLEYEN SİSTEMİK BİR SORUNDAN KAYNAKLANDIĞI DURUMLARDA, BÖYLE BİR KARARIN İCRASI İÇİN ULUSAL DÜZEYDE GENEL TEDBİRLER ALINMASI GEREKMEKTEDİR.
Mahkeme bu bağlamda, Bakanlar Komitesi’nin Rec(2004)6 sayılı Tavsiye Kararında belirtildiği üzere, Devletlerin Sözleşme ihlallerinin altında yatan sorunları çözme konusundaki genel yükümlülüğüne işaret etmektedir. Ayrıca, Sözleşmeci Devletlerin, Mahkeme tarafından tespit edilen sistemik ve yapısal insan hakları sorunlarını çözme ve bağlayıcı niteliklerini göz önünde bulundurarak nihai kararlarının tam, etkili ve hızlı bir şekilde uygulanmasını sağlama konusundaki taahhütlerini de not eder (Reykjavik Deklarasyonu Ek IV). Mahkeme’nin kaygısı, ulusal insan hakları koruma sisteminde tespit edilen bir kusurun hızlı ve etkili bir şekilde düzeltilmesini kolaylaştırmaktır. Bu nedenle, böyle bir kusur tespit edildiğinde, ulusal makamlar, Bakanlar Komitesi’nin denetimine tabi olarak, Sözleşme sisteminin temelini oluşturan ikincillik ilkesine uygun olarak -gerekirse geriye dönük olarak- gerekli telafi tedbirlerini almakla görevlidir; böylece Mahkeme, bir dizi benzer davadaki ihlal bulgusunu tekrarlamak zorunda kalmaz.
Mahkeme, gelecekte çok sayıda davada benzer ihlalleri tespit etmek zorunda kalmamak için, mevcut kararda tespit edilen kusurların, ilgili ve mümkün olduğu ölçüde, Türk makamları tarafından daha geniş bir ölçekte (yani mevcut başvuranın özel davasının ötesinde) ele alınması gerektiği görüşündedir. Dolayısıyla, davalı Devlet’in Sözleşme’nin 46. maddesi kapsamındaki yükümlülüklerine uygun olarak, mevcut karardan, özellikle ulusal mahkemeler önünde görülmekte olan davalarla sınırlı olmamak üzere, gerekli sonuçları çıkarmak ve burada ihlal bulgularına yol açan sorunu çözmek için uygun olan diğer genel tedbirleri alması gerekmektedir.
AİHM’NİN YALÇINKAYA KARARINDA ÖNEMLE VURGULADIĞI GENEL SİSTEMİK SORUN İLE BENZER DAVALARDA ALINMASI GEREKEN TEDBİRLERE İLİŞKİN YAPTIĞI DEĞERLENDİRME VE UYARILARIN SÖZLEŞMENİN 46’NCI VE ANAYASANIN 90/5 MADDESİ KAPSAMINDA ULUSAL MAHKEMELER ÖNÜNDE DEVAM EDEN VE KESİN HÜKÜMLE SONUÇLANAN BENZER DAVALARDA UYGULANMASI GEREKTİĞİ KUŞKUSUZDUR!
İş bu YARGILANMANIN YENİLENMESİ talebimiz, kapsamında bireysel başvuru kararlarında yapılan tespitlerin benzer davalarda uygulanabilirliğine ilişkin Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nca karara bağlanan İBRAHİM ER VE DİĞERLERİ başvurusunda ortaya konulan tespitlere değinmekte de tarafımızca fayda görülmüştür.
Bilindiği üzere bahse konu başvuru; daha önce haklarında ilk derece mahkemesince verilen hükümleri kesinleşen ve bireysel başvuru yoluna da başvurmamış olan başvurucuların Anayasa Mahkemesinin Yılmaz Çelik ([GK], B. No: 2014/13117, 19.07.2018) kararını gerekçe göstererek yargılamalarının yenilenmesi talebinde bulunmaları ancak bu talebin ilk derece mahkemesince reddedilmesi üzerine konunun bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine taşınması ile ilgilidir.
“ANAYASA MAHKEMESİ’NİN İBRAHİM ER ve DİĞERLERİ KARARI”
Anayasa Mahkemesi’nin 26.02.2023 tarihli İbrahim Er ve Diğerleri [GK], B.No: 2019/33281 başvurusunda daha önceki içtihatlarına da atıf yaparak ortaya koyduğu tespit ve değerlendirmeler;
Bireysel başvuruya ilişkin olanlar da dâhil olmak üzere Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına dair bir tereddüt bulunmamaktadır. Nihai ve bağlayıcı karar verilemeyen bir başvuru yolunun etkili olduğu söylenemez.
Genel olarak yargı kararlarının, özel olarak da Anayasa Mahkemesi kararlarının ilgili kamu makamlarınca yerine getirilmemesi veya icrasının geciktirilmesi bireyin yaşamı ve devletin işleyişi üzerinde gözardı edilemez derin etkiler bırakır. İlk olarak yargı kararlarının yerine getirilmemesi hâlinde bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri kullanabilmeleri mümkün olmaz. Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez .
Mahkeme kararlarının yerine getirilmemesinin ikinci sonucu hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılması ve mahkeme kararlarının gecikmeksizin uygulanmasıyla sağlanabilir (AYM’nin 02.10.2014 gün ve 2014/149 E, 2014/151 K. sayılı kararı). Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin kararlarının yerine getirilmemesi ise mahkemeye erişim hakkı bağlamında, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırılığı daha da vahim hâle getirecektir. Zira bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia eden bireylerin olağan hukuk yollarını kullanarak sonuç alamadıkları bir durumda son çare olarak başvurdukları bir hak arama yoludur. Bu nitelikteki bir hak arama yolunda verilen kararların yerine getirilmemesi, bireylerin ve toplumun hukuk devletine olan inancını zedeler ve temel anayasal düzene zarar verir.
Bir mahkemenin verdiği bağlayıcı nitelikteki bir kesin kararın daha sonra diğer mahkemeler veya kamu gücünü kullanan diğer bir devlet organı tarafından işlevsiz hâle getirilmesi, adil yargılanma hakkının sağladığı güvenceleri de ortadan kaldırır. Bu bağlamda hiç kuşkusuz Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararların icra edilmemesi adil yargılanma hakkının açık ve ağır bir şekilde ihlali anlamına gelmektedir.
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında verdiği kararların objektif ve subjektif olmak üzere iki temel işlevi bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesinin kararlarının objektif işlevi, genel olarak Anayasanın temel hak ve özgürlükleri düzenleyen hükümlerini yorumlamak ve bunların uygulanmasını gözetmektir. Subjektif yönü ise bireysel başvuru yoluyla önüne gelen somut olayda anılan hükümlerin ihlal edilip edilmediğini incelemek, gerektiğinde başvurucu lehine giderime hükmetmektir.
Belli bir meselede kamu makamları ve derece mahkemeleri tarafından Anayasa’ya uygun korumanın sağlanmadığının ileri sürülmesi hâlinde bireysel başvuru yapılabilir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi, o meseleye ilişkin olarak Anayasa’yı yorumlar ve bir karar verir. Bundan sonra kamu makamları ve derece mahkemelerinin aynı meseleye ilişkin incelemelerinde, Anayasa Mahkemesinin Anayasanın uygulanması ve yorumlanması, temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ve insan haklarının gerekli kıldığı hâllere ilişkin olarak verdiği kararları dikkate alması ve Anayasa hükümlerinin yorumuyla varılan sonuçları değerlendirmeleri gerekir. Aksi durum, aynı meseleye ilişkin tüm uyuşmazlıkların Anayasa Mahkemesi önüne taşınması sonucunu doğurur. Bu şekilde işleyen bir bireysel başvuru yolunun sürdürülebilmesi ise imkânsızdır. Söz konusu yolun işlerliğini devam ettirmesinde Anayasa Mahkemesinin Anayasa’yı yorumlamasının kritik önemi vardır. Bu işlevini en iyi şekilde yerine getirebilmesi ise Anayasa Mahkemesinin daha önce Anayasa’yı yorumlamadığı meselelere odaklanmasına bağlıdır.
Anayasa Mahkemesinin Yılmaz Çelik kararında yaptığı değerlendirmelerin benzer durumda olanlar yönünden etki doğuracağı muhakkaktır. Nitekim Yılmaz Çelik kararı sonrasında birçok mahkemenin yargılamanın yenilenmesi taleplerini kabul ederek kişiler hakkında yeniden bir değerlendirme yaptığı ve beraat kararları verdiği anlaşılmıştır. Oysa somut olayda ilk derece mahkemesi herhangi bir gerekçe ortaya koymaksızın başvurucuların taleplerini Anayasa Mahkemesinin kararlarını da görmezden gelerek reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin derece mahkemelerince yerine getirilmeyerek başvurucuların cezalarının infaz edilmeye devam edilmesi daha önce verilen ihlalin devam ettiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin Yılmaz Çelik ve devamında verdiği aynı nitelikteki ihlal kararlarının gereklerinin yerine getirilmediğine ilişkin iddiaları incelemek de bireysel başvuruları incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer.
Sonuç olarak somut olayda başvurucular tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesi Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkını ihlal eder. İş bu dosyamız kapsamında da Yargılanmanın Yenilenmesi talebimiz, bahsi geçen emsal davalar nezdinde verilen kararlar esas alınarak kabul edilmelidir. Aksi halde müvekkilin usul ve yasaya aykırı olarak maruz bırakıldığı mağduriyet hiçbir surette giderilemeyecektir.
DEĞERLENDİRME ve SONUÇ;
İster AİHM tarafından isterse AYM tarafından verilmiş olsun herhangi bir bireysel başvuruda Anayasa ve AİHS’nde koruma altına alınan temel hakların ihlal edildiğine ilişkin bir tespit yapıldığında derece mahkemelerinin tespit edilen ihlali tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak için gereken adımları atma görev ve sorumluluklarının bulunduğu kuşkusuzdur. Özellikle de yapılan ihlal tespitinde benzer davalarda birçok kişiyi doğrudan ilgilendiren genel sistemik bir probleme işaret edildiğinde hak ihlali kararlarının objektif etkisi gereği derece mahkemelerinin ihlale neden olan sorunu gecikmeksizin çözüme kavuşturma noktasında azami gayret göstermeleri gerektiği ortadadır.
Hukukun üstünlüğü ilkesini ve bu ilke bağlamında Anayasa ve Uluslararası Sözleşmelerce güvence altına alınan temel hakları korumak ve hak ihlaline neden olan durumları ortadan kaldırmak herkesten önce yargı mensuplarının görev ve sorumluluğundadır.
Yukarıda kısaca değinildiği üzere AİHM tarafından Yalçınkaya kararında Sözleşme’nin 7. ve 6. maddelerinin ihlal edildiğinin tespit edilmesine yol açan durumun münferit bir olaydan değil çok sayıda insanı etkileyen ve etkilemeye de devam eden genel sistemik bir sorundan kaynaklandığının ortaya konulması, Mahkemenin Sözleşmenin 46. maddesi uyarınca Türkiye tarafından ulusal düzeyde acilen genel tedbirler alınması yönündeki tavsiyesi de dikkate alındığında ulusal yargı mercilerine düşen görev; acilen AİHM’nin yapmış olduğu ihlal tespitlerinin iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi amacıyla ihlale yol açan durumları ortadan kaldıracak yargısal adımları atmak olacaktır.
Anayasa ve Sözleşme hükümleri gereğince ulusal mahkemelerin aynı meseleye ilişkin incelemelerde, AİHM’nin; Sözleşmenin uygulanması ve yorumlanması, temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ve insan haklarının gerekli kıldığı hâllere ilişkin olarak verdiği kararları dikkate almaları gerekir. AİHM tarafından tespit edilen ihlal sebeplerini ortadan kaldıracak tasarrufta bulunulmaması toplumun hukuk devletine olan inancını zedeler ve bu durum hukukun üstünlüğü ilkesine de zarar verir.
Aynı şekilde AİHM tarafından yapılan değerlendirme ve ortaya konulan kriterlerden hareketle; kişilerin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetlerine ister asli isterse tali anlamda delil olarak kabul edilsin; dini sohbetlere katılma, örgüte ait kurumlarda sgklı olarak çalışma, gibi eylemlerinde Anayasanın 38’inci ve AİHS’nin 7’nci maddeleri kapsamında suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile bağdaşmadığı ve bu eylemlerin silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmek için bilerek ve isteyerek hiyerarşik yapıya dahil olarak atılı suçun işlenmesi kapsamında bulgu olarak kabullerinin de kanunilik ve öngörülebilirlilik kriterini karşılamadığı izahtan varestedir.
Yukarıda bahsedilen Anayasa, AİHS ve yasal mevzuat hükümleri ve konuya ilişkin yargısal içtihatlar ile özellikle AİHM’nin Yalçınkaya-Türkiye kararında belirtmiş olduğu ihlal tespitleri ve Anayasa Mahkemesinin İbrahim Er ve Diğerleri kararı kapsamında ortaya koyduğu hususların, iş bu dosyamız kapsamında dikkate alınarak müvekkilin maruz bırakıldığı bu mağduriyetin az da olsa giderilebilmesi ve hukukun temel amacının tesis edilebilmesi adına YARGILANMANIN YENİLENMESİNİ talep etme zorunluluğumuz hasıl olmuştur.
HUKUKİ DAYANAK :
1-Anayasa’nın 33, 34, 36, 38, 51, 90, 138. ve 153. maddeleri,
2-AİHS’nin 6, 7, 11. ve 46. maddeleri,
3-AİHM’in YALÇINKAYA-TÜRKİYE KARARI,
4-AYM’nin İBRAHİM ER VE DİĞERLERİ KARARI,
5-6216 sayılı ANAYASA MAHKEMESİNİN KURULUŞU VE YARGILAMA USULLERİ HAKKINDA KANUN’un 50. Maddesi
6-5271 sayılı CMK’nun 286 vd maddeleri.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda arz ve izah olunan ve mahkemenizce re’sen değerlendirilecek sebeplerle;
1-Anayasa’nın 33, 34, 36, 38, 51, 90, 138. ve 153. maddeleri, AİHS’nin 6, 7, 11. ve 46. maddeleri ve 6216 sayılı Kanunun 50. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nun 286. vd maddeleri uyarınca iş dilekçemizde belirttiğimiz hususlar ve mahkemenizce davanın esas ve usulüne yönelik re’sen tespit edilecek eksiklikler de dikkate alınarak YARGILAMANIN YENİLENMESİNE,
2-Yeniden yargılama yapılarak, AİHM’nin Yalçınkaya-Türkiye kararında ortaya koyduğu tespit ve değerlendirmeler ile tüm savunmalarım kapsamında müvekkilin üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olması nedeniyle müvekkil hakkında verilmiş olan iş mahkûmiyet kararının kaldırılarak müvekkilin BERAATİNE,
karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederiz…./…/202…
SANIK
..........
MÜDAFİİ
Av. Hasan Basri SARI