MUVAZAA NEDENİYLE TASARRUFUN İPTALİ DAVASI ( TBK m. 19 )
TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI;
1- İCRA İFLAS KANUNUNDA DÜZENLENEN İPTAL DAVALARI
2- MUVAZAA NEDENİYLE İPTAL DAVALARI
Konuya girmeden önce şu ayrımı belirtmekte fayda görüyoruz. Uygulamada Tasarrufun iptali davaları iki farklı şeklide karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, İcra İflas hukukuna ilişkin tasarrufun iptali davası, bir diğeri ise bugünkü makalemizde anlatacağımız hukuki dayanağını Borçlar Kanunu’muzun 19. Maddesinden alan, Muvazaa sebebiyle Tasarrufun İptali davasıdır. İcra İflas Hukukuna ilişkin tasarrufun iptali davasını farklı bir makalemizde detaylıca açıkladık. Web sitemizin Makale ve Yargıtay bölümünden İCRA İFLAS HUKUKUNDA TASARRUFUN İPTALİ DAVASI ( İİK m.277-284 ) adlı makalemize de ulaşarak okuyabilirsiniz. Zira her iki dava arasında ciddi farklar bulunmaktadır.
MUVAZAA NEDENİYLE TASARRUFUN İPTALİ DAVASI NEDİR ?
Muvazaa nedeniyle Tasarrufun İptali Davasının amacı; borçlunun alacaklılardan mal kaçırma kastıyla yaptığı tasarrufların ve muvazaalı işlemle borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kimselerle yaptığı işlemlerin hükümsüzlüğünü sağlayarak, alacaklının alacağını tahsil etmesini sağlamaktır. Borçlunun, kötü niyetli olarak alacaklılarından mal kaçırma amacıyla, alacaklıların alacağına kavuşmalarını hukuki yollarla engellemesi, malvarlığı değerlerini; eşinin, dostunun, yakın arkadaşının kısacası herhangi bir kimsenin adına söz konusu malları muvazaalı olarak devretmesi durumunda açılacak davadır. Ülkemizde de sıklıkla karşılaştığımız üzere, borçlu borcunu ödememek adına mal varlığını elinden çıkarmaya çalışmaktadır. Muvazaa nedeniyle tasarrufun iptali davası, hukuki dayanağını Borçlar Kanunu’muzun 19. Maddesinden almaktadır. Ancak bu davayı özel olarak düzenleyen herhangi bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Bu nedenle genellikle Yargıtay kararları üzerinden şartları belirlenen bir dava mahiyetindedir. Bizde makalemizi Yargıtay kararları doğrultusunda şekillendirmeye çalışacağız.
Öncelikle, Muvazaanın ne olduğunu kısaca bir açıklamakta fayda görmekteyiz;
Muvazaa, tarafların asıl niyetlerini gizleyerek yaptıkları hukuki işlem ile üçüncü kişileri aldatmak amacıyla bilerek ve isteyerek gerçek iradeleri ile beyanları arasında uygunsuzluk yaratmak suretiyle yaptıkları, görünüşte geçerli ama gerçekte geçerli olmayan işlemlerdir. Tarafların yaptığı bu muvazaalı işlemler ya hiç sonuç doğurmaz ya da sadece görünüşteki sözleşmenin altında gizlenen sözleşme gerekli şartları taşıması halinde hüküm doğurabilecektir.
Muvazaa, mutlak veya nispi muvazaa olmak üzere ikiye ayrılır.
1-)Mutlak muvazaada taraflar, gerçekte hiçbir sözleşme yapmak istememektedirler. Bu nedenle, görünürdeki sözleşme ile sadece üçüncü kişileri aldatmaya çalışmaktadırlar. Burada hukuki işlem geçersizdir ve hüküm doğurmayacaktır. Kural olarak da bu hükümsüzlüğün herkese karşı ileri sürülebilmesi mümkündür.
2-) Nisbi muvazaada ise taraflar aslında bir hukuki işlem yapmayı amaçlamaktadırlar. Ancak amaçladıkları hukuki işlemin bilinmesini engellemek adına farklı bir hukuki işlem yaparak, asıl amaçlarına ulaşmayı hedeflemektedirler. Bu durumda görünürdeki işlem tarafların iradelerini yansıtmaması nedeniyle hükümsüzdür. Ancak gizlenen işlemin şekil şartlarını taşıması halinde geçerli olacağı kabul edilmektedir.
Uygulamada , İcra İflas kanunundan kaynaklanan Tasarrufun İptali Davası ile Muvazaa nedeniyle Tasarrufun İptali davası sıklıkla karıştırılmaktadır. Bu nedenle bu iki dava arasındaki farklara yer vermekte fayda görmekteyiz.
1* Muvazaa davalarının Mutlak davalardan olması nedeniyle verilen karar, herkes için hüküm ve sonuç doğurur. İİK dan kaynaklanan İptal davaları ise nisbi bir davalardır. Bu nedenle verilen karar yalnızca davanın tarafları için hüküm ve sonuç doğurur.
2* Muvazaa davalarında, üçüncü kişileri aldatma kastıyla yapılan işlemlerin geçersiz kılınması amaçlanmaktadır. İİK dan kaynaklanan İptal davalarında ise amaç, borçlunun mal kaçırma amacıyla yapmış olduğu ve iptale tabi olan tasarrufların iptal edilmesidir.
3* Muvazaa davaları her türlü muvazaalı işlemler için açılmaları mümkünken, İİK dan kaynaklanan İptal davaları sadece İİK m. 278-280’de düzenlenen ve iptale tabi tahdidi tasarruflar için açılabilmektedir.
4* Muvazaa davasının açılabilmesi için özel bir belgeye ihtiyaç yoktur. Ancak İİK dan kaynaklanan iptal davalarının açılabilmesi için özel dava şartları düzenlenmiştir. Bu özel şartlardan biri de aciz vesikasının alınmış olmasıdır. Bilindiği üzere aciz vesikasının alınabilmesi için öncelikle bir icra takibinin başlamış ve kesinleşmiş olması akabinde de borçlunun borca yeter malının bulunmaması gerekmektedir.
5* Muvazaa davalarını hukuki yararı bulunan herkes açabilmektedir. Ancak İİK dan kaynaklı İptal davalarını yalnızca borçlunun alacaklıları açabilmektedirler.
6* Muvazaa davalarında, görünüşteki işlemin tarafları davalı olarak gösterilmektedir. Ancak İİK dan kaynaklı İptal davalarında davalılar, borçlu ve malın devrinin yapıldığı üçüncü kişilerdir ( aralarında mecburi dava arkadaşlığı bulunmaktadır ).
7* Muvazaa davaları ayni dava mahiyetindedirler. Bu nedenle bu davalarda çıkan kararların icra edilebilmesi için kararın kesinleşmesi gerekmektedir. Ancak İİK dan kaynaklı İptal davalarda verilen kararların kesinleşmesine gerek olmaksızın ilamlı icraya konulabilmeleri mümkündür.
8* Muvazaa davalarında, muvazaalı işlemin hangi tarihte yapıldığı önem arz etmez. Zira muvazaa davalarında öngörülen herhangi bir zaman aşımı veya hak düşürücü süre bulunmamaktadır. Ancak İİK dan kaynaklı İptal davalarının açılabilmesi 5 yıllık hak düşürücü süreye tabi kılınmıştır ( detaylarını İCRA İFLAS HUKUKUNDA TASARRUFUN İPTALİ DAVASI ( İİK m.277-284 ) adlı makalemizde anlatmıştık).
Bir Tablo İle Bu İki Dava Arasındaki Benzerlik ve Farklılıkları Özetleyecek Olursak;
İİK m. 277 vd. Kapsamında İptal Davası | TBK m. 19 vd. Kapsamında Muvazaa Davası |
Mevcut bir icra takibinin olmalıdır | İcra takibinin olmasına gerek yoktur |
Aciz belgesi alınması zorunludur | Aciz belgesine gerek yoktur |
Yalnızca İİK m. 278-280 arasında gösterilen tasarrufların iptali için açılabilir | Her türlü muvazaalı işleme karşı açılması mümkündür |
Tasarruf işlemi borcun doğumundan sonra yapılmış olmalıdır | Tasarruf işlemi borcun doğumundan sonra yapılmış olmalıdır |
Davacı, alacaklıdır | Hukuki yararı olan herkes davacı olabilmektedir |
Davalılar, borçlu, üçüncü kişi ve kötü niyetli sonraki kişilerdir. | Davalılar, görünüşteki işlemin taraflarıdır. |
5 yıllık hak düşürücü süreye tabidir. | herhangi bir hak düşürücü süre öngörülmemiştir. |
İspat yükü, davalılardadır. | İspat yükü, Davacı alacaklıdadır. |
Nispi bir davadır. Yalnızca davanın tarafları arasında hüküm doğurur. | Mutlak bir davadır. Herkes için hüküm doğurur. |
Kesinleşmeden icraya konulabilir. | Kesinleşmeden icraya konulamaz. |
DİKKAT!!! Muvazaa ve İptal davaları yukarıda da detaylıca belirttiğimiz üzere birbirinden tamamen farklı davalardır. Bu nedenle bu davalardan birinin reddedilmesi, diğer dava açısından bağlayıcılık kazanmaz. Örneğin, açılan Muvazaa davası reddedilmişse, alacaklının koşulların varlığı halinde İptal davası açmasında herhangi bir engel bulunmamaktadır. Ancak Muvazaa davası, İptal davasına nazaran daha kapsamlı bir dava mahiyetindedir. Bu nedenle muvazaa davası neticesinde davaya konu olan hukuki işlem iptal edilmişse, artık ayrıca İptal davası açmakta hukuki yarar bulunmamaktadır.!!!
Yukarıda belirttiğimiz üzere bu davayı düzenleyen özel bir kanun maddesi olmaması nedeniyle, bu davanın tarafları, görevli ve yetkili mahkeme, hak düşürücü süre, ispat yükü gibi hususlar Yargıtay kararları doğrultusunda şekillenmiştir. Bu nedenle konunun daha iyi anlaşılması adına Yargıtay kararlarına detaylıca yer vermekte fayda görmekteyiz.
EMSAL YARGITAY KARARLARI

YARGITAY HGK, E. 2014/17-2389 K. 2016/129 ( Göreve İlişkin )
“Dava, muvazaa nedenine dayalı araç satışıyla ilgili tasarrufun iptali talebine ilişkindir. Yerel mahkeme, davanın Ticaret Mahkemesi’nde görüleceğinden bahisle görevsizlik kararı vermiş ve bu kararında direnmiştir. H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; muvazaa nedenine dayalı tasarrufun iptali istemli davada görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi mi, Asliye Ticaret Mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Asıl olan bir davanın genel mahkemelerde görülmesidir. Yani bir özel mahkemede bakılacağına dair özel bir kanun hükmü bulunmayan her dava genel mahkemelerde görülür. Özel mahkemeler istisnai niteliktedir. Bu anlamda davanın özel mahkemenin ( ticaret mahkemesi ) görevine girip girmediğinin bu kanun düzenlemesine göre belirlenmesi gerekmektedir. Eldeki davada, davanın tarafları, konusu ve davacının talebinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Davacı şirket, davalı şirkete satmış olduğu malların bedelini alamaması nedeni ile tahsili için takip yapmış, bu takip sırasında davalı şirketin diğer davalı gerçek kişiye yapmış olduğu araç satışının muvazaalı olduğunu iddia ederek alacağını teminini sağlamak için TBK’nın 19. maddesi gereğince, tasarrufun iptali istemli eldeki davayı açmıştır. Davada alacaklı ve borçlu olan şirketler arasında ticari bir alım satım ilişkisi bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak davaya konu edilen taraflar arasındaki bu alım satım ilişkisi değil, davalı şirket ile diğer davalı 3. kişi arasındaki muvazaalı olduğu ve iptali istenilen işlemdir. Tasarrufun iptali davasında ya da somut olayda olduğu gibi TBK’nın 19. maddesi gereğince ve İİK’nın kıyasen uygulanması istemli olarak açılan davalarda alacaklı ile borçlu taraflar arasındaki ticari nitelikteki alım satım ya da banka alacağını oluşturan ticari ya da genel kredi sözleşmeleri görevin belirlenmesinde dikkate alınamayacaktır. Ne tasarrufun iptali davası, ne de TBK m. 19 gereğince İİK’nin 283. M. kıyasen uygulanması istemli muvazaa davası TTK’nın 4. M. belirtilen mutlak ya da nispi ticari dava niteliğine haiz olduğundan 6100 sayılı HMK’nin 2. M. gereğince genel görevli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görev alanında kalmaktadır. Açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekir.”
YARGITAY 4. HD, E. 2020/838 K. 2020/3926 ( Karşı Oy )
“alacaklı, borçlunun mal kaçırmak amacıyla tasarrufta bulunduğu kanaatine vardığında önünde seçimlik iki hak vardır: Koşulları varsa İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen ve özel nitelikte koruma sağlayan tasarrufun iptali davası veya TBK’nın 19. maddesinde düzenlenen muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açabilir. Diğer bir deyişle İİK anlamında alacaklı ve dolayısıyla dava açmakta hukuki yararı olduğunu ispat eden herkes iptal davası yerine genel muvazaa davası da açabilir. Davacının bu anlamda seçim hakkı veya terditli dava açma hakkını kabul etmek gerekir. Ancak İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davasını açma koşulları bulunmayan kişinin açtığı genel muvazaa davasında, tapu iptali ve tescil yerine davalıya ait taşınmaz üzerinde alacak ve ferileriyle sınırlı olmak kaydıyla davacıya haciz ve satış isteyebilme yetkisi verilmesi şeklinde hüküm kurulması mümkün değildir. TBK’ya göre açılan, dava şartları bu Kanun’a göre incelenen ve delilleri bu kapsamda toplanan bir davada, hükmün İİK’ya göre verilmesi çelişkilidir. İİK uyarınca açılan tasarrufun iptali davasının koşulları daha zor ve belli sürelere tabidir, buna karşılık alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla işlem tesis edildiğine ilişkin belli karineler söz konusu olduğundan davanın ispatı bakımından avantajlıdır. Her dava, içerisinde yer aldığı mevzuatın öngördüğü usul ve esaslara ve bu anlamda ispat kurallarına göre çözümlenmelidir. Çünkü her iki davanın koruduğu hukuki menfaat farklıdır. TBK’nın 19. maddesinde açıkça vurgulandığı üzere bu davanın amacı, tarafların gerçek ve ortak iradelerinin esas alınmasını temindir, bu ise hukuka aykırı işlemin iptali ile mümkün olabilecektir, hâlbuki tasarrufun iptali davasının koruduğu hukuki yarar alacağın tahsili ile sınırlıdır. Aksi takdirde İİK’da düzenlenen tasarrufun iptali davasını açabilmek için aranan şartların bir anlamı kalmayacaktır.”
YARGITAY 4. HD, 11.4.2002 Tarih
“somut olayda davacıların hükmedilecek tazminattan kurtulmak amacıyla taşınmazını muvazaalı olarak devrettiği kanıtlanır ve sonucu beklenilecek tazminat davasında davacıların alacaklı oldukları saptanırsa İİK’nın 281/1 maddesi benzetme yoluyla uygulanarak, tapu iptaline gerek olmadan dava konusu taşınmazın haczi ve satışını isteyebilmeleri yönünde hüküm kurulması”
YARGITAY 17. HD, E. 2016/19667 K. 2019/5989
“İİK’nin 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK’nın 283/1. maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.”
YARGITAY HGK, E. 2017/17-1505 K. 2020/204
“Uyuşmazlık; davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 Sayılı BK’nın 18. maddesinde düzenlenen biçimi ile dava konusu işlemin danışıklı (muvazaalı) yapıldığı iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine mi yoksa İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali istemine mi ilişkin olduğuna ilişkindir. Eldeki davada, davacıyı alacağından yoksun bırakmak için yapıldığı iddia edilen muvazaalı satış işleminin iptali ve hiç yapılmamış sayılmasının tespiti istenmektedir. Bu davada davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmüştür. Davacının, amacı tapunun iptali olmayıp, alacağına kavuşmaktır. Davanın açılma amacı, dilekçenin sonuç kısmı ve davacının istemi gözetildiğinde muvazaa iddiasının araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi durumunda taleple bağlılık ilkesinin zedeleneceğinden bahsetmeye de olanak yoktur. Zira, danışıklı olan hukuki işlemle üçüncü kişinin zararlandırılması ona karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak, zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının olması ve bu alacağın ödenmesini önlemek amacıyla danışıklı bir işlemin yapılması gerekir. Yargılama sonunda davaya konu edilen satışın danışıklı olduğunun kanıtlanması hâlinde davacı, satışa konu edilen maldan da alacağın tahsili için yararlanabilecektir. Ancak, davacının bu hakkı ayni değil, şahsi bir sonuç doğuracağından tapunun iptalini değil, iptale gerek olmadan alacağını almasını sağlayabilmek için dava konusu taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmeleri yönünde hüküm kurulmalıdır. Bu durumda mahkemece, davanın 818 Sayılı BK’nın 18. maddesinde dayalı iptal davası olduğu gözetilerek, dava konusu taşınmazların satışına ilişkin satış işlemlerinin danışıklı olup olmadığı araştırılmalı, tarafların bu konuda sunduğu deliller toplanarak davalıların danışıklı bir davranış içinde bulundukları tespit edildiği takdirde takip konusu alacağın tahsili için İİK’nın 283/1-2. maddesi kıyasen uygulanarak tapu kaydının iptaline gerek olmadan davacının alacaklarını alabilmesi için dava konusu taşınmazların haczi ve satışı konusunda davacının alacak ve ferileriyle sınırlı olarak cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesi gerekmektedir.”